26 Ağustos 2008

Tight White vs Harunizer 3!

Üçüncü buluşma!


Tight White vs Harunizer
"Return of the 8-bit"

29 Ağustos Cuma
Dogz Star



Kısaca bekliyoruz diyecektim, yine uzadı laf...
Bi C64 bulursam projeksiyon'a bağlayacağım
isteyenler International Karate oynayabilsin diye!


26 Ağustos - Electric President


Geçen hafta blog'da iki yeni albüm haberi vermiştim, biri Fujiya & Miyagi diğeri de Hello Saferide idi. Fujiya'yı gelecek haftaya bıraktım galiba ama Hello Saferide - Anna'yı çaldım, kaçınılmazdı bu...

Aslında arada durmadan yeni ve güzel albümler dökülüyor, mesela Morr Music'in çok sevdiğim gruplarından biri, Electric President de ikinci albümünü yayınlamış, Sleep Well isminde bu albüm. Ekip iki kişi, Ben Cooper ve Alex Kane. İkisi de Florida'lı. Ben'in bir grubu daha var, Radical Face, o da ilk albümünü Morr'dan yayınlamıştı. Electric President'in bu yeni albümü bence en az ilki kadar güzel olmuş. Hatta bir iki parça beni özellikle çok etkiledi; açılış parçası Monsters, Robophobia ve programda çaldığım It's Like A Heartbeat... Oldukça tatlı, keyifli müzikler, rüya görürmüşcesine dinliyorsunuz. Ama oldukça sıkı bir bas-davul altyapısı da var bazı şarkılarda, üstteki uçuşan seslerin altında sağlam temeller olduğunu hissediyorsunuz. Uçurtma gibi, havada özgür ama kaybolup gitmeyecek şekilde :)

26 Ağustos 2008 Alçak Basınç

The Pigeon Detectives You Don't Need It
Kristoffer Ragnstam Breakfast By The Mattress
31 Knots Certificate
Sally Shapiro Find My Soul (Johan Agebjorn's Norwegian Electrojazz Mix)
Electric President It's Like A Heartbeat, Only It Isn't
Hello Saferide Anna
Minotaur Shock My Burr
Can Vitamin C
Shitdisco I Know Kung-fu (Goose remix)
One Day As A Lion One Day As A Lion
The Mae Shi
Young Marks

Abe Vigoda Dead City Waste Wilderness
Future Of The Left Fingers Become Thumbs
The Gossip Don't (Make Waves)
Neil Young Dirty Old Man
AC/DC Dirty Deeds Done Dirt Cheap

23 Ağustos 2008

Mark Ronson diyorki...

"I think that’s what’s good about being a DJ, people can tell when you’re playing the what you love to play. You can hear it in the way someone plays records. If I’m playing house records, its going to end up sounding a bit like a fish out of water, if that’s not what I play or I’ve never played before. Whereas even if they don’t like hip hop, they’re going to love the way I play it."

"Bence DJ'liğin en güzel tarafı, sevdiğiniz şeyleri çaldığınızda insanların bunu hemen anlayabilmesi. Adamın plakları çalış tarzından falan rahatlıkla anlarsınız bunu. Eğer house plakları çalıyorsam sonu sudan çıkmış balığınki gibi oluyor - hele bunlar normalde çalmadığım veya daha önce dinlemediğim şeylerse. Ama hip-hop sevmeyen bir kitle bile olsa, (hip-hop) çalınca kesinlikle çok hoşlarına gidiyor çaldıklarım."

Evet, Recep'in tavuğu değil, Mark Ronson bunu diyen! Şu ara içinde Ronson'ın da geçtiği biraz kapsamlı bir yazı hazırlıyorum ve röportajlardan birinde bu satırları okudum. Cidden güzel demiş. Dans pistindeki dinleyiciler DJ'i anında puanlandırırlar, daha siz farkına varmadan bomboş bir pist dolabilir veya tam tersi, koca bir salon boşalabilir...

Başka bir söyleşisinden çok hoşuma giden iki satırı da aktarayım, kesinlikle katılıyorum bunlara:
When DJing, don’t be eclectic for its own sake.
(DJ'lik yaparken "eklektik" olmaya kasmayın)


DJ for yourself as well as the crowd.
(DJ'lik yaparken dinleyiciler için olduğu kadar kendiniz için de çalın - tabi burada tam tersinin de aynı şekilde geçerli olduğunu ekleyeyim!)

Biraz "on emir" tadında oldu ama olsun, şahsen kesinlikle katılıyorum bu adama, DJ'lik anlayışlarımız kesinlikle uyuşuyor. Zaten böyle didaktik takılmayı da severim, tam benim kafamda bir adam belli ki! Bir ara fırsat bulursam uzuun bir "DJ'lik Ahlakı" yazısı yazmayı düşünüyorum bu arada.

Bu arada, Mark Ronson'ın ilk albümü Here Comes The Fuzz'ı kesinlikle tavsiye ederim, süper bir hiphop albümü!

21 Ağustos 2008

Fujiya & Miyagi'den video ve albüm


Fujiya & Miyagi'yi çok sevdiğimi daha önce söylemiş miydim?

Bundan iki yıl kadar önce, bisiklete binmek için olduğu kadar dans etmek için de yaratılmış en güzel albümlerden biri olan Transparent Things'i yayınlamıştı bu üçlü. Ayrıca geçtiğimiz bahar da Babylon'da pek güzel bir konser vermişlerdi, tadı hala damağımdadır.

Fujiya & Miyagi'nin yeni albümü yayınlanmak üzere. Ayrıca ikinci albüm sendromu da değil zira grubun Transparent Things öncesinde pek de başarılı olmayan bir albümü vardı (iyi stratejiymiş). Yeni albümün adı Lightbulbs ve İngiltere'de piyasaya çıkış tarihi 1 Eylül olarak belirlenmiş. Tabi daha öncesinde internet'e düşeceği (hatta düştüğü) konusunda da şüpheniz olmasın. Her halükarda, ilk single olan Knickerbocker'ı myspace'den dinleyebilirsiniz. Video klibi de şimdiden yayınlanmış. Açıkcası bana bu şarkıda biraz kendilerini tekrar etmişler gibi geldi - Collarbone gibi. Ama tabi albümün tamamını dinlemek lazım, ilk single'da eskilere benziyen bir parçayı öne çıkarmış olmaları biraz da stratejik bir tercih olabilir.

Heyecanla kalanını bekliyoruz :)

http://www.myspace.com/fujiyaandmiyagi

20 Ağustos 2008

19 Ağustos - The Bug

İsveç'li genç müzisyenlerde sanırım yoğun bir "gidelim buralardan" hissiyatı var, grup isimlerine de yansıyor bu. I'm From Barcelona en klasik örneği olsa gerek. Bunlara bir de Air France eklendi şimdi. Air France biraz elektronik, biraz downtempo, keyifli müzikler yapan Gothenburg'lu bir ikili. Önceki aylarda çaldığım The Tough Alliance ile aynı plak şirketindeler, zaten tarzları da ziyadesiyle benziyor.

Gelelim Londra'lı The Bug'a. Geçen hafta içinde en severek dinlediğim parçalardan biri, grubun yeni albümü London Zoo'nun açılış parçası olan Angry idi. Ragga vokalisti Tippa Irie'nin etkileyici sesi ile başlayan bu parça, 90'ların sıradışı dans grubu Leftfield ile pop-ragga-star'ı Shaggy arasında bir yerlerde (Shaggy benzetmesi bir arkadaşa ait!) Bu hırçın ama eğlenceli parça herhalde albümün en rahat parçası sayılabilir. Oldukça karanlık bir atmosfere sahip olan London Zoo, Burial'ı seven herkesin hoşuna gidecek tadda bir albüm. Grubun lideri Kevin Martin, kendi müziğinin dubstep olmadığını söylüyor ama en azından benzerlikler yüzünden böyle adlandırılması kaçınılmaz.


19 Ağustos 2008 Alçak Basınç

The Lodger Honey
We Are Scientists
Chick Lit
Late Of The Pier
Space And The Woods
Oppenheimer
Before And After The Quake
Air France
Collapsing At Your Doorstep
Cut Copy Hearts Of Fire (Holy Ghost Remix)
Camille Money Note
Electric President
Wearing Influences On Our Sleeve-less T-shirts
Pinch (feat. Rudey Lee)
Step 2 It
The Bug (feat. Tippa Irie)
Angry
The Faint I Treat You Wrong
The Kooks Do You Wanna
Two Gallants
Lady
Taken By Trees Open Field
.

13 Ağustos 2008

"RIAA has you"


İlginç bir olay. Google Analytics istatistiklerinden, blog'uma RIAA'nın (Recording Industry Assocciation of America) bir ziyaret yaptığını gördüm. Washington network'ünden 7 Ağustos'ta girilmiş, 5'indeki programımın başlığına bakmışlar ve pek uzun kalmamışlar - sıfır saniye!!! Herhalde bir arama robotu vesair birşeydi, ilginç birşey bulamadı ve gitti. Artık sevinsem mi üzülsem mi bilemiyorum. İlk Matrix'te şu Nebukadnezar gemisini arayan uzun kuyruklu robot şeyler aklıma geldi, "has it come to this?" dedim kendi kendime. Sonuç olarak bana bunun bir zararı da olmadı - diye düşünürken, kaç zamandır radyo kayıtlarını yüklemek için kullandığım Sendspace'e koyduğum yeni program dosyalarının durmadan "violation of terms" gerekçesi ile silindiğini farkettim. Artık bilemiyorum bir bağlantısı var mı ama bundan sonra kayıtları kendi web alanıma atmaya karar verdim.

Google Analytics üzerinden böyle faydalı (!!!) bilgilere de ulaşabiliyorsunuz görüldüğü üzere.

Ada'da Gevende!


Geçen sene Gevende ekibi bir tekne partisi yapmıştı, tam yazın bu aylarında idi. Oldukça kalabalık ve keyifli geçmişti - gelenler bilir, koca bir tekne, 200 kişi falan, Boğaz'dan adalara bir yolculuk, Gevende'nin müziği... Tabi bütün gece grup da çalamayacağı için DJ kabininde ben ve bir başka arkadaş eğlenceyi devam ettirmiştik. Herkes sarhoş oldu galiba ama denize düşen olmamıştı.
Teknede Gevende (ca. 2007)

Gevende & co. bu yıl da benzeri bir etkinlik planlamış ve bu cumartesi gerçekleşiyor! Hem de bu sefer sadece teknede değil, Büyükada'da Prenses koyunda gerçekleşecek. Aynen kopyalıyorum:

"16 Ağutos Cumartesi saat 21:00 de Kabataş’tan bir tekne kalkacak, şarkılar türküler Büyük Ada Prenses koyuna gidecek, Ada’da Gevende, tepede dolunay, yerde minder, mangalda köfte, barda alkol, sağda deniz, solda Playstation, Dj sette DJ at Work ve Harun. Derken saat 04:00 olacak, kimse dönmek istemese de iki tekne yanaşacak iskeleye, biri Kabataş, biri Bostancı. Ve her şey sona erecek. Bizden söylemesi."

Prenses Koyu'ndaki mekanın gündüz hali şöyleymiş:

Yukarıda yazdığı gibi ben de nispeten popüler, bol rock, 80'ler - 90'lar pop ve garip (ama gerçek!) mixler içeren setimle karşınızda olacağım - garip demişken, geçende bir partide Beatles Ob-la-di'den Daft Punk - Da Funk'a geçtim, ben de şaşırdım nasıl geçtiğime ama güzel oldu :)

Aslında bu gizli bir parti, çaktırmayın. Öyle her tarafa basın bülten yollayıp duyuru falan yapmadılar, sadece eşe dosta, arkadaşlara haber veriyorlar. Tabiki bu blog'u takip edenler de kesinlikle davetlidir. Keyifli bir cumartesi akşamı olacak Büyük Ada'da, gelmenizi tavsiye ederim.

Tabi bu gecenin bir maliyeti de var ne yazıkki - adaya bizi götüren tekne ve oradaki ses sistemi vs için... 35 YTL demiş arkadaşlar, bir bira da bu fiyata dahil. Önceden bilet almanızı tavsiye ediyorlar ama tekneye binmeden önce de alınabilir. Yine organizasyondan Onur Koçak bu konuda bakalım ne demiş:

"biletlerinizi haftaiçi istiklal caddesi mısır apartmanı onune gelip 0533 707 31 26 numaralı telefondan beni arayıp alabilirsiniz, ya da garanti bankası 342 maslak subesi, 6675781 numaralı Onur Koçak hesabına havale yapıp acıklama kısmına isim ya da isimler yazmanız yeterli olacaktır. görüşmek üzere."

Yaa işte böyle. Bekliyoruz kısacası!

12 Ağustos - Vetiver

Caz festivali bitti, tekrar blogger kesildim başınıza! Bakıyorum da, festival sonrası kendimi toparladığım 30 Temmuz'dan bu güne kadar (bu dahil) 7 başlık açmışım. Yani 15 günde geçen haziran boyunca yazdığım rakamı geçmişim bile - ki cepte bir iki tane daha var, bugün içinde gelecek onlar da.

Dünkü programı evdeki (ve işyerindeki) bazı beklenmedik haller dolayısıyla anonssuz yaptım. Zaten fazla konuşmuyorum programda, pek farkeden birşey olmamıştır. Öncelikle Sonny J ile ilgili birşey ekleyeyim hemen, yeni albümünün (Disastro) CD'sini dışarıdan mail order sipariş etmiştim ama meğer memlekete gelmiş bile! EMI'ı bazen çok seviyorum, fiyatları genelde daha uygun, ayrıca en ilginç albümleri bile Türkiye'ye getirmekten çekinmiyorlar, sayelerinde Sigur Ros koleksiyonumun önemli parçalarını tamamladım :)

Bunun dışında bu hafta en dikkatime çarpan grup Vetiver oldu. Kaç zamandır ismini bilip de fazla tanımadığım bir gruptur kendileri. Bir yerlerden esiverdi, albümlerini dinledim ve çok da beğendim bu San Fransisco'lu grubu. Oldukça folk'lar, tabiri caizse oldukça "roots"lar hatta - roots lafını da çok severim. Roots derken, vetiver daha çok Hindistan taraflarında yetiştirilen bir otun da adıymış, çeşitli faydaları olduğu söylenen (kafa yapmak manasında değil ama) bir bitki, kökleri satılırmış falan. Neyse, bu damardan folk'çu arkadaşlar Devendra'nın da kankası imişler, ki müziklerinden de bu hissediliyor. Aslında bir blog olan web sitelerinin girişindeki pek hoş çizime de bakmanızı tavsiye ederim. Son albümleri Things Of The Past adını taşıyor, çok güzel.

Ida Maria ve programın açılışındaki Infadels'in Alex Metric remix'i de çok güzel - bu Alex Metric adamı ters çevirir ya, pek seviyorum kendisini... Ah şu içimdeki clubber çocuğu öldüremedim bir türlü :)

12 Ağustos 2008 Alçak Basınç

Infadels
Free Things For Poor People (Alex Metric Remix)
XX Teens Onkawara
Ida Maria Drive Away My Heart
Pixies Hey
Oppenheimer Only Goal And Winner
Friendly Fires Skeleton Boy
Pluxus Transient
Vetiver Rroad To Ronderlin
Noah & The Whale 5 Years Time
Jens Lekman Black Cab
Of Montreal A Sentence Of Sorts In Kongsvinger
Studio Escape From Chinatown
I Scream Ice Cream Trust Tissue
Paris Captain Morgan
Sonny J Can't Stop Moving

10 Ağustos 2008

Azıcık Barışarock

Bu haftasonu iki önemli (veya dikkate değer diyelim) müzik etkinliği vardı İstanbul'da, Global Gathering ve BarışaRock. İlki açıkcası benim çok ilgimi çekmediği için başından beri gitmeyeceğimi biliyordum - görmek isteyebileceğim tek isim Calvin Harris idi ve onu da daha önce gördüğümden pek dert etmiyordum. Ama sadece 50 dk'lık bir konser için Kilyos'a gitmek de gözümde büyüdü biraz - keşke FG bu konseri 17 Ağustos'ta yapacağı yıldönümü etkinliğine saklasaymış (ama bunun da mümkün olmayacağını tahmin edebiliyorum tabi)... Bunun dışında eminim seveni için güzel bir etkinlik olmuştur, kendi alanlarında oldukça tanınmış birçok DJ yer alıyordu programda ve bundan bir 7-8 sene önce olsa gitmeyi isterdim herhalde.

Global Gathering Türkiye web sitesi

Gelelim BarışaRock'a. Bu festivale ilk kez önceki sene, 2006'da gitmiştim. Her türlü eksik gediğine rağmen güzel bir festival olduğunu düşünmüştüm o zaman. Geçen sene sanırım tatil programım ile çakışmasından gidememiştim. Bu sene en azından pazar günü bir uğramayı aklıma koymuştum ve kısa da olsa uğrayabildim de. Konsereler, Kireçburnu'ndan içeri girince ormanlık arazinin içindeki Mehmet Akif Ersoy piknik alanında gerçekleşiyor ve çok da güzel bir yer burası.

Barışarock.org

BarışaRock'ın programı İstanbul'daki diğer açıkhava festivallerine göre oldukça sade. Tabi illa sükseli bir yabancı grup da beklemiyoruz onlardan, şart değil, gerekli değil. Bu sene Mor ve Ötesi cumartesi akşamınının 'headliner'ı, Hakan Kurşun ve Kramp da ikinci akşamın yıldızları ve şu sıralar çalıyor olsalar gerek. Daha genç ekiplerden Gevende, Sakin, DDR, Change Of Plans, Gren ve Ankara'lı Hayvanlar Alemi göze çarpıyor. Bunun dışında da kimilerini pek tanımadığım çeşitli rock - metal - punk ve hiphop grupları sahne alıyordu. Mesela oradayken (Kazım Koyuncu'nun adı verilen) alternatif sahnede Iya Waves'i dinledik, pek güzel bir reggae cover grubu kendileri. Ekip ikisi kadın altı kişiden oluşuyor ve öyle rahatlar ki, görseniz Jamaica'da çalıyorlar sanırsınız. Boşalmış olan alternatif sahnenin önünü tekrar doldurmayı başardılar, seyirciyi orada tutmak bir yana herkesi oldukça eğlendirdiler. Sonradan duyduğum kadarıyla ara sıra Nayah'ta çalıyorlarmış, kesinlikle tavsiye ederim. (bu arada - myspace adresleri veya bir siteleri var mı bilmiyorum, bir bilen varsa bize yardımcı olsun!)

Ama tabi herkes festivale konser dinlemeye gelmiyor, biz orada konseri seyrederken yanda top oynayan bi takım gençler de vardı, ben özellikle şu aşağıda fotoğrafını gördüğünüz uzun saçlı abiyi sevdim. Yanlış anlaşılmasın, o karede kendisi bir takım MC Hammer dansları yapmıyor, sadece kendisine gelen topa kesik atıyor!!

Cumartesi akşamı alternatif sahnede kapanışı Mahşeri Cümbüş ekibi yapmış - çok hoş bir seçim. Zaten program sırf müzikten oluşmuyor, BarışaRock'ta gelenek olduğu üzere değişik söyleşiler, belgesel gösterimleri ve alanın çeşitli yerlerindeki standlarda birbirinden farklı ufak tefek etkinlikler var. Hatta çadırların yer aldığı kısımda içlere doğru bir yerde, duvarları bira kutuları ile yapılmış bir "korsan sahne" bile vardı, kuklalarla falan pek hoş görünüyordu.

Olayın geneline bakarsak, hislerim biraz karışık.BarışaRock'ın başarılı ve başarısız yönleri var ve bunları teraziye koyduğumda benim için dengeler ortada. Fazla detaylı bir muhasebe yapmak istemiyorum ama şunları rahatlıkla söyleyebilirim: Festivalin olumlu yönleri, daha çok festivalin mekanından (ormanın güzelliği) veya seyircilerinden (20 yaşında olsam kamp yapmak isterdim) kaynaklanıyor, yani festivalin doğasında olan şeyler bunlar. Olumsuz yönlerin çoğu ise organizasyonun duruşundan kaynaklanıyor - daha farklı ve keyifli bir grup seçimi yapılarak daha geniş kitlelere hitap edilebilir, biraz cesaret ve açık yüreklilik ile "festivalin duruşu" adına düşülen komik durumların önüne geçilebilir, kimi sermaye gruplarını "çaktırmadan" içeri alıp, kimilerini "tü kaka kapitalist" ilan etmek yerine herkese aynı mesafede durulabilir (hangi mesafe tercih ediliyorsa), hatta bütün bunlar için festivalin amacı yeniden ve daha sağduyulu bir biçimde tanımlanabilir...

BarışaRock bence çok güzel ve önemli bir potansiyel içeriyor, bu yüzden onu kaybetmememiz lazım. Ama diğer taraftan bu potansiyeli dogmalaşmış sloganlara dayanarak tüketmemek de gerek. Ana sahnede bir konser öncesinde "hepimizin nefret ettiği, pis rezil vs vs... kredi kartları ile bira satışları başlamıştır" gibisinden bir anons yapıldı. Orada bulunan ve bir sonraki konseri bekleyen bin cıvarında seyirci (belki iyi niyetle, ironik olmak adına yapılmış) bu gereksiz anonsa pek bir tepki vermedi tabiki. İnsanlara erişmek istiyorsak, bunu artık sadece masallarda ve Star Wars'ta kalmış olan "birşey ya siyahtır ya da beyazdır" zihniyeti ile yapmamamız lazım. Zira çoğumuz herşeyin o kadar basit olmadığını pek de iyi biliyoruz - hatta internet ile büyümüş, şu anda 20'li yaşlarını yaşayan genç kuşak bunu önceki kuşaklardan çok daha iyi biliyor ve pek de aldırmıyor böyle söylemlere.

Son olarak festival yoldaşım Ahmetcan'ın, ormanın derinliklerinde bir tavşanın peşinden girdiği çukurda çektirdiği fotoğrafı paylaşmak istiyorum sizlerle. Sanırım orada bir mantar bulmuş ve bir kenarından kemirmiş biraz, ondan sonra olanlar olmuş :)

08 Ağustos 2008

Tam o sırada, bir başka yerde...

Evet, bu sefer müzik dünyasından biraz kafamızı çıkarıp blog dünyasına göz atacağız. Yine fazla uzaklaşmayacağım zira arada müzik blogları da var.

İlk blog'umuz bir spor blog'u, adı Numara İki. İki kişilik bir ekibi var zaten (ortak mahlas olduğunu sandığım Numara İki yazarını saymazsak): Sheed ve Oktay Akarsu. İkisi de sanırım oldukça genç arkadaşlar, Sheed'in şurada yazdıklarına bakılırsa bir İTÜ öğrencisi kendisi. Blog genel olarak futbol ve basketbol hakkında, gördüğüm kadarıyla Sheed daha çok futbol yazıyor, Oktay da basketbol ama arada çapraz koşular da oluyor. Her ikisi de alanında oldukça bilgili ve bunun boş bir bilgi olmadığı da ortada. Yazılarda bahsedilen olayların gelmişi geçmişi inceleniyor, yönetici dedikodularından reklamlara kadar hoş referanslar veriliyor ve yorumlar yapılıyor. Bu ikilinin gizliden blog tutan profesyonel birer spor yazarı olma ihtimalini de düşündüm ama blog'a harcadıkları emek düşünülürse bu pek mümkün gelmiyor insana. Esas alanları futbol ve basketbol ama sadece bununla da sınırlamamışlar kendilerini, arada değişik spor türleri (tenis, motor sporları gibi) hakkında da yazılar var ayrıca "nostalji" serileri de oldukça ilginç, afro saçlı sporculardan tutun da Heysel faciası, Reebok tasarımlı formaları gibi değişik konuları işlemişler. Keza bu blog'un ilgisini çekecek türden bir konser incelemesi bile var sitede. Başarılar diliyorum gençlere, İTÜ'de de başarılar!!!

numaraiki.blogspot.com


Buradan Vintage Biscuit'e geçiyoruz. Vintage Biscuit ilk bakışta bir moda blog'u gibi duruyor ama aslında biraz daha fazlası. Peki Harun, sen nerden geldin buraya derseniz - itiraf etmeliyim ki blog istatistiklerimi kontrol ederken geldim!! Biliyorsunuz günümüzde herkes blog istatistiklerini tutuyor, sitesine kim nereden girmiş bakıyor ediyor. Ben de geçen gün Vintage Biscuit sayfası üzerinden buralara gelindiğini farketince keşfettim VB'yi. Öncelikle bu blog oldukça köklü bir geçmişe sahip - tabi bloglar dünyası ölçeğinde! Sayfanın sahibesi bu işe tee 2005 Aralığında başlamış, yani nereden baksan 3 yıl ediyor. Ayrıca alemin ünlü bloglarından biriymiş. Hoş, ben ne anlarım moda blog'undan - vintage deyince aklıma anca analog synthesizer gelir, Chromeo gelir. Chromeo demişken, Vintage Biscuit kendini sadece modaya kıstırmış bir blog da değil, gezi notları, komik haberler, blog kültürü tartışmaları veya konser maceralarına kadar herşeye rastlayabilirsiniz burada. Birbirinden ilginç moda fotolarının arasında illa bir iki müzik tüyosu da yer alıyor. Bizim şu vintage-disco'cu Chromeo ikilisi gibi, aralarda Architectures In Helsinki, Flight Of The Conchords veya Datarock'un ismini görürseniz şaşırmayın. Ayrıca Vintage Biscuit oldukça vejetaryen duruşlu ve eti cin sevgisi ile dolu bir site, bunu da belirtmeden geçmeyeyim! :)

vintagebiscuit.blogspot.com


Biraz daha kısa da olsa bahsetmek istediğim iki site daha var. İlki, çok sevdiğim bir abim ve arkadaşım, müzik dostu ve mimar Cem Sorguç'un Açık Radyo'daki radyo programı olan Ahtopot'un Bahçesi'nin blog'u. Kendisi uzun süredir bu programı yapıyor (unutmadan, Açık Radyo'da Pazartesi akşamları 22-23 arası) ama blog'unu tutmaya yakın zamanda başladı ve bence çok da iyi yaptı. Ara sıra onun programına konuk da oluyorum ve çok keyifli geçiyor. Blog oldukça basit, sadece programda çaldığı parçaların listelerini ve programların linklerini koyuyor. Son aylarda kendisi dub ve dubstep'e takmış durumda, listelerden de hissedebilirsiniz bunu :)

ahtapotunbahcesi.blogspot.com


Son olarak bizim Dilara'nın sitesi Poncikizm'den bahsedeyim. Kabul ediyorum, biraz arkadaş kayırmak bu, ama Dilara'nın Poncikizm blog'u da kendi halinde süper hoş bir blog, ufakcık tefecik, keyifli hikayeleri ile bir köşede durması ve ara sıra bakılması gereken blog'lardan.

poncikizm.blogspot.com

06 Ağustos 2008

Tight White vs Harunizer (s01e02)!


Üzerinden biraz vakit geçti ama yine de ufaktan değinmekte fayda görüyorum. Geçen cuma akşamı (25 Temmuz gibi oluyor yani) yine Doruk (a.k.a. Tight White) ile beraber Dogz Star'da idik. İkinci ortak gecemiz - ilki haziran ortasında olmuştu. O sefer biraz kendi kendimize eğlenmiştik ama bu sefer hiç de öyle olmadı doğrusu - süper bir kalabalık vardı :) Gelen herkese teşekkürler öncelikle!

Eh tabi gece erken başlayıp hızlı yol alınca, sonu da çabuk geldi. 4 gibi bitirdik sanırım. En çok üzüldüğüm, söz verdiğmiz gibi co-pilot'umuz Berk'in parçasını çalamaması oldu sanırım. Neyse, o da bir yerlerden bizim ilginç fotolarımızı çekiyordu, görecez bakalım daha.

Ayrıca buradan sevgili Reset Mag ekibine de selamlar, sağlam bir kadro ile mekanda idiler, her zamanki gibi adı Ezgi ile başlayan bazı arkadaşlar gelmedi ama olsundu :P

Doruk ile bir sonraki kapışmamız tam ne zaman olacak belli değil - kendisi yaz stajını bitirip İzmir'e döndü. Ama illa bir üçüncü episod olacak, ilginç de fikirlerim var bu sefer. Eylül ayını bekleyin derim!

5 Ağustos - Kidda

Bu günkü programın en güzel parçalarında biri sanırım geyik isimli I Scream Ice Cream grubunun Trust Tissue parçası idi. Süper bir New Order / Kitsune kırması, enerji bombası. İsterseniz kulüpte çalın millet kudursun, isterseniz evde çalın bi yandan da yatağın üzerinde zıplayıp durun!! Ayrıca Demet Akalın'dan zor olmayan sözleri ile her derde deva - "... and you cannot trust your lover, and you cannot trust your lover..." Grubun kendisi olan Kopenhag'lı Jesper'ın dediğine bakılırsa bu şarkıyı melodisi vs aklına geldiği gibi yazmış ve kaydetmiş hemen.

Neyse, devam edelim. Birkaç haftadır takılıp kaldığım Sonny J'e bir de kardeş geldi, Kidda! Çok seviyorum bu havaları, yani big beat altyapılı, 60'lar film müzikleri ile Amy Winehouse karışımı gibi duran, retro sound'lu müzikleri... Çok da yeni bir olay değil bu aslında, The Avalanches yapmıştı, The Go! Team yapmıştı, Fatboy Slim çok önceden yapmıştı... Mark Ronson sayesinde tekrar gündeme geldi ve yenileri geldikçe süper keyifleniyorum. Cem Sorguç, bu gruplara bir de Gnarls Barkley'i eklemek gerek diye hatırlattı geçende - ki haklıdır. Kidda da bu tarzın yeni isimlerinden. Ortama bir anda mutluluk ve sıcaklık yayan müzikler, aynen reklamlardaki mutluluk anları gibi işte :)

Son söz: Friendly Fires'ın albümü çıktı çıkacak, pek de güzel bir albüm, kesinlikle tavsiye!

5 Ağustos 2008 Alçak Basınç

The Faint The Geeks (D.I.O.Y.Y. Remix)
I Scream Ice Cream Trust Tissue
Black Kids Hurricane Jane
Kidda Under The Sun
Teddybears Different Sound (feat. Malte)
Free Blood Quick And Painful
Friendly Fires Photobooth
Wolf Parade The Grey Estates
The Oscillation Head Hang Low
They Came From The Stars, I Saw Them Signals (Emperor Machine Remix)
Amon Tobin Four Ton Mantis
Studio West Side
Chromatics Running Up That Hill
Outputmessage Bernards Song (Melodic Mix)
.