Aslında üzerinden
nispeten çok vakit geçti ama bunu yazmam lazım, geçtiğimiz ay,
18 Şubat'ta çok güzel bir konser vardı, Mando Diao konseri ve ben
kaçırdım!! Ama konserleri düzenleyen Avea'dan Burcu (Şensoy)
sağolsun, grup elemanlarıyla konser öncesi tanışma ve ufak bir
söyleşi yapma fırsatı buldum. Röportaj kısa ama çok keyifli
geçti, cidden samimi bir şekilde oturduk sohbet ettik aslında.
İşin kötüsü, röportaj sonrası konserlerini kaçırdığıma
daha da çok üzüldüm. İnsan birisini tanıyıp sevince onun
yaptığı işi de daha çok benimsiyor, seviyor.
Belki gitmişsinizdir,
konser Avea Escape To Music serisi kapsamında yapılıyordu,
Küçükçiftlik Park'ta kışın kurulan kocaman beyaz bir çadırın
içinde. Ben oraya vardığımda (ki son anda nefes nefese vardım)
grup benimkinden önceki dört röportajı yapmış, son
röportajcının sorularını cevaplıyordu. Tabii ben hem biraz son
dakikacılıktan hem de basit bir blogger olduğumdan (!!) sadece cep
telefonumun ses kayıt özelliği ile gelmiştim, kayıt cihazları,
fotoğraf makineleri falan hak getire. Ama işin ilginç tarafı,
grup üyelerinin biraz da bu üst üste ağır röportajlardan
sıkılmış gibi bir hali vardı, yanlarına gelip de kısaca
kendimi tanıtırken bir de “İstanbul Caz Festivali'nde
çalışıyorum” deyince anında “nasıl bir festival, kimler
geliyor, ne zaman” gibisinden bütün soruları sordular. Biraz
şeklini şemalini, kimlerin gelip gittiğini anlattım tabii. Malum,
bizim festival mezhebi geniş, cazcılar da geliyor, pop ve rock
yıldızları da. Gustaf da Stockholm'deki caz festivalinde Missy
Elliot'u izlediklerinden bahsetti, çok beğenmiş!
Bu arada, söyleşi
sırasında dört grup üyesi de oradaydı, Gustaf, Björn, CJ ve
Mats. Şehirde şimdiye kadar neler yaptıklarını sordum tabii
klasik olarak. Konser öncesi çok bir şey yapamamışlar, ertesi
gün “bir Türk kahvesi içip hamama gideceğiz” diye anlattı
Gustaf, “bir de Boğaz'a gideceğiz, hatta üzerinde yürüyebiliriz
bile, İsa gibi” ve tabii bu lafından sonra gülüşmeler...
“Köprünün üzerinde yürübilirsiniz ama özel izin gerekiyor,
U2 yapmıştı bir keresinde” demekten alamadım kendimi. Bunu yine
Gustaf'tan biraz naif bir soru: “Neden, köprü kötü durumda mı?”
Haliyle bunun tatsız sebebini de anlatmak bana düştü bu durumda.
“Böyle ünlü bir yerde intihar etmek, değil mi.. Ben silahı
tercih ederdim” diye damardan cevap veriyor Gustaf ve ilginç bir
“intihar estetiği” muhabbetine dönüyor olay.
Hepsi ilk kez
geliyorlarmış Türkiye'ye, eğer davet edilmemiş olsaydınız yine
de gelir miydiniz diye soruyoum, evet gelirdik diyorlar, “ama tabii
konser için gelmek her zaman daha hoş oluyor”. Peki tatil yapıyor
musunuz, en son ne zaman tatil yaptınız diye sorunca Meksika ve
İrlanda cevapları geliyor. “Ama hepimizin İsveç'te sayfiye
yerlerinde yazlıklarımız var, ailelerimizle oraya gidebiliyoruz,
yine şehir dışında güzel bir yerde kendi stüdyomuz var ve orada
da buluşuyoruz” diyorlar. “Ailelerimizin olması iyi bir şey
aslında, eve döndüğümüzde sakinleşiyoruz, ailemiz olmasa eve
dönünce de turne hayatına devam ederdik” diyor Björn, “ama
böyle gitmez tabii, babam hep şunu derdi, içki ve uyuşturuculara
takılıp kalan müzisyenler genelde turdan geriye gelince ayrı bir
yaşamı olmayanlardır, ailesi olmayanlardır” derdi, “eve
geldiğinde tutunacak bir şeyin olmalı, bir kahve içip kendine
gelebilmelisin. Yoksa bu çok zor bir hayat.” Baban da müzisyen
miydi diye soruyorum, evet müzisyenmiş.
Biraz daha konuşmaya
devam ediyoruz, İsveçlilerin müzik sevgisi, Beatles'ın ilk
konserlerinden bazılarını İsveç'te verdiği, Abba ve
remix'ler... Bilgisayarın bir müzik enstrümanı olarak
kullanılması... Ve önceki akşam ne yaptınız konusuna bir
şekilde tekrar geliyoruz – DJ'lerden bahsederken galiba, ilk
geldikleri akşam (konser öncesi) bir partiye gitmişler, Mısır
Apartmanı'nın tepesinde, 360'da bir parti. Hollanda
Konsolosluğu'nun bir partisiydi sanırım diyorum, “evet sanırım
öyleydi, Hollandalılar vardı etrafta cidden” diyorlar. Konser
sonrasında ne yaparsınız peki diye sorunca, bu akşam konserden
sonra da gece hayatına takılacağız, gel istersen diyorlar hep
birden.. Keşke, önemli bir sözüm olduğundan konsere bile
gelemeyeceğim ama artık onu da söylemiyorum...
Bu keyifli röportajdan
sonra bir de fotoğraf çektirmemek olmaz, bir şekilde ancak tek bir
kare çekiliyor ama o da yeter. Bu kadar somurtmalarından suratsız
tipler sanmayın, sadece soundcheck öncesi biraz bezginlik söz
konusu!
1 yorum:
Yorum Gönder