07 Mart 2012

Mando Diao İle Kısa Bir Röportaj!


Aslında üzerinden nispeten çok vakit geçti ama bunu yazmam lazım, geçtiğimiz ay, 18 Şubat'ta çok güzel bir konser vardı, Mando Diao konseri ve ben kaçırdım!! Ama konserleri düzenleyen Avea'dan Burcu (Şensoy) sağolsun, grup elemanlarıyla konser öncesi tanışma ve ufak bir söyleşi yapma fırsatı buldum. Röportaj kısa ama çok keyifli geçti, cidden samimi bir şekilde oturduk sohbet ettik aslında. İşin kötüsü, röportaj sonrası konserlerini kaçırdığıma daha da çok üzüldüm. İnsan birisini tanıyıp sevince onun yaptığı işi de daha çok benimsiyor, seviyor.

Belki gitmişsinizdir, konser Avea Escape To Music serisi kapsamında yapılıyordu, Küçükçiftlik Park'ta kışın kurulan kocaman beyaz bir çadırın içinde. Ben oraya vardığımda (ki son anda nefes nefese vardım) grup benimkinden önceki dört röportajı yapmış, son röportajcının sorularını cevaplıyordu. Tabii ben hem biraz son dakikacılıktan hem de basit bir blogger olduğumdan (!!) sadece cep telefonumun ses kayıt özelliği ile gelmiştim, kayıt cihazları, fotoğraf makineleri falan hak getire. Ama işin ilginç tarafı, grup üyelerinin biraz da bu üst üste ağır röportajlardan sıkılmış gibi bir hali vardı, yanlarına gelip de kısaca kendimi tanıtırken bir de “İstanbul Caz Festivali'nde çalışıyorum” deyince anında “nasıl bir festival, kimler geliyor, ne zaman” gibisinden bütün soruları sordular. Biraz şeklini şemalini, kimlerin gelip gittiğini anlattım tabii. Malum, bizim festival mezhebi geniş, cazcılar da geliyor, pop ve rock yıldızları da. Gustaf da Stockholm'deki caz festivalinde Missy Elliot'u izlediklerinden bahsetti, çok beğenmiş!

Bu arada, söyleşi sırasında dört grup üyesi de oradaydı, Gustaf, Björn, CJ ve Mats. Şehirde şimdiye kadar neler yaptıklarını sordum tabii klasik olarak. Konser öncesi çok bir şey yapamamışlar, ertesi gün “bir Türk kahvesi içip hamama gideceğiz” diye anlattı Gustaf, “bir de Boğaz'a gideceğiz, hatta üzerinde yürüyebiliriz bile, İsa gibi” ve tabii bu lafından sonra gülüşmeler... “Köprünün üzerinde yürübilirsiniz ama özel izin gerekiyor, U2 yapmıştı bir keresinde” demekten alamadım kendimi. Bunu yine Gustaf'tan biraz naif bir soru: “Neden, köprü kötü durumda mı?” Haliyle bunun tatsız sebebini de anlatmak bana düştü bu durumda. “Böyle ünlü bir yerde intihar etmek, değil mi.. Ben silahı tercih ederdim” diye damardan cevap veriyor Gustaf ve ilginç bir “intihar estetiği” muhabbetine dönüyor olay.

Hepsi ilk kez geliyorlarmış Türkiye'ye, eğer davet edilmemiş olsaydınız yine de gelir miydiniz diye soruyoum, evet gelirdik diyorlar, “ama tabii konser için gelmek her zaman daha hoş oluyor”. Peki tatil yapıyor musunuz, en son ne zaman tatil yaptınız diye sorunca Meksika ve İrlanda cevapları geliyor. “Ama hepimizin İsveç'te sayfiye yerlerinde yazlıklarımız var, ailelerimizle oraya gidebiliyoruz, yine şehir dışında güzel bir yerde kendi stüdyomuz var ve orada da buluşuyoruz” diyorlar. “Ailelerimizin olması iyi bir şey aslında, eve döndüğümüzde sakinleşiyoruz, ailemiz olmasa eve dönünce de turne hayatına devam ederdik” diyor Björn, “ama böyle gitmez tabii, babam hep şunu derdi, içki ve uyuşturuculara takılıp kalan müzisyenler genelde turdan geriye gelince ayrı bir yaşamı olmayanlardır, ailesi olmayanlardır” derdi, “eve geldiğinde tutunacak bir şeyin olmalı, bir kahve içip kendine gelebilmelisin. Yoksa bu çok zor bir hayat.” Baban da müzisyen miydi diye soruyorum, evet müzisyenmiş.

Biraz daha konuşmaya devam ediyoruz, İsveçlilerin müzik sevgisi, Beatles'ın ilk konserlerinden bazılarını İsveç'te verdiği, Abba ve remix'ler... Bilgisayarın bir müzik enstrümanı olarak kullanılması... Ve önceki akşam ne yaptınız konusuna bir şekilde tekrar geliyoruz – DJ'lerden bahsederken galiba, ilk geldikleri akşam (konser öncesi) bir partiye gitmişler, Mısır Apartmanı'nın tepesinde, 360'da bir parti. Hollanda Konsolosluğu'nun bir partisiydi sanırım diyorum, “evet sanırım öyleydi, Hollandalılar vardı etrafta cidden” diyorlar. Konser sonrasında ne yaparsınız peki diye sorunca, bu akşam konserden sonra da gece hayatına takılacağız, gel istersen diyorlar hep birden.. Keşke, önemli bir sözüm olduğundan konsere bile gelemeyeceğim ama artık onu da söylemiyorum...

Bu keyifli röportajdan sonra bir de fotoğraf çektirmemek olmaz, bir şekilde ancak tek bir kare çekiliyor ama o da yeter. Bu kadar somurtmalarından suratsız tipler sanmayın, sadece soundcheck öncesi biraz bezginlik söz konusu!

04 Mart 2012

28 Şubat - Diagrams

Son haftalarda en sık dinlediğim albümlerden biri, Diagrams'ın Black Light albümü. Programda da sıkça çalıyorum ve bahsediyorum bu ara, grubu kuran Sam Genders, aynı zamanda ünlü ingiliz elektronik-folk grubu Tunng'ın da kurucularından. Belli ki boş vakitlerinde boş durmamış ve bu Diagrams projesini geliştirmiş. Aslında Tunng'ın çizgisine oldukça yakın bir müzik bu, yine folk müziği temelli, yine elektronik öğeler oldukça yoğun, yine güzel vokaller var. Aslında şu ara yeni bir şeyler yapmayan Tunng'ın doğal bir devamı, sanki yeni albümü gibi. Web sitesinden anladığımız kadarıyla tek kişilik bir çalışma olarak başlamış, şu anda birçok başka müzisyenin de çorbada tuzu bulunmakta.

Ayrıca The Cast Of Cheers'a olan hayranlığım da devam ediyor, milyonların sevgilisi olamayabilirler belki ama efsane bir grup olma yolunda ilerleyebilirler rahatlıkla!

28 Şubat 2012 Alçak Basınç

Bu yazıyı görüyorsanız başlıktaki linke basın

The Phenomenal Handclap Band   Form & Control
Theophilus London All Around The World
Bonobo   Brace Brace
Sufjan Stevens   Futile Devices (Shigeto Remix)
Xiu Xiu   Beauty Towne
The Cast Of Cheers   Strangers
Turing Machine   Slave To The Algorithm
Diagrams   Black Light
Bon Iver   For Emma
Beirut   Scenic World
Andromeda Mega Express Orchestra Radioactive People
Sharon Jones & The Dap Kings   100 Days, 100 Nights 

Chromatics   Into The Black
.