31 Mart 2009

31 Mart - Mongrel

Önce bir iki teşekkür: bugünkü programda çaldığım gruplardan Honeydrips, bana Ezgi'nin hediyesi sayılabilir - 2007 yılında pek güzel atlamışım kendilerini. Ayrıca daha önce çalmıştım ama Röyksopp remixleri için EMI'dan Berna'ya çok teşekkürler tabiki. Muhteşem rock için de Phoenix'e teşekkürler :)

Bu haftanın en ilginç gruplarından biri, açılışı da yapan Mongrel olsa gerek. Sıkı bir indie-all-stars ekibi. Süper sevdiğim gruplardan Reverend & The Makers'dan Jon McClure vokalde, artık "Arctic Monkey" olmayan Andy Nicholson basta, hala Arctic Monkeys'den Matt Helders davulda, ve Babyshambles'dan Drew McConnell... Bir başka önemli isim de Jagz Kooner aslında, önemli bir prodüktördür kendisi, İngiltere'de elektronik müziğin efsane isimlerinden Andrew Weatherall ile çalıştı uzun süre, sonra Primal Scream, Infadels ve Radio 4 gibi sıkı grupların prodüktörlüğünü veya remixlerini yapmışlığı var, bir sürü süper işe imza attı anlayacağınız. Uzun zamandır takdirle izlediğim isimlerden biri. Neyse, bu kadar name-dropping'den sonra, ne yapar bu arkadaşlar, "Better Than Heavy" diye çok güzel bir albümleri var bir kere. Vokalist McClure'un grubu Reverend & The Makers'u hatırlatan parçaları da var, oldukça hip-hop şarkılar da var. Prodüktörleri ünlü Adrian Sherwood imiş, onun da dub etkileri mevcut albümde. Ama genel olarak arada bir yerlerde duruyorlar. Sonra çok da protest bir yaklaşımları var, öyle ki bir aralar Myspace sayfaları "Yaşasın Filistin" sloganı ile açılıyormuş (Roll dergisi üzerinden). Ayrıca geçen Ağustos'ta Lübnan'da bir konser de vermişler. Merakla izliyoruz.

Sonra kalanını da kısa kısa geçecek olursak: Dan Deacon yeni bir albüm çıkarmış, "Bromst" adı ve Deacon'un ilk albümü gibi süper elektro-punk-noise birşey olmuş, LCD Soundsystem estetiğine sahip bir Autechre albümü gibi (vay be süper tanım oldu bu!) Yenilerden bir de We Were Promised Jetpacks'i unutmayalım, onlar da henüz albümlerini yayınlamamış ve ama hızla yükselmeye aday İngiliz ekiplerden. İsimlerini duyurmalarını takiben Radiohead ve Sigur Ros gibi grupların konser ajanslığını yapan şirket tarafından kapatılmışlar mesela. Oldukça da keyifli bir müzikleri var.

1990s ise yeni albümü ile beni hayal kırıklığına uğratan ekiplerden. Halbuki ne güzeldi ilk albümleri Cookies! Neyse, yeni albümleri Kicks'de birkaç hoş parça da var aslında, onlardan birini de çaldım programda.

31 Mart 2009 Alçak Basınç


Mongrel Julian
From Monument To Masses (Millions Of) Individual Factories
Dan Deacon Padding Ghost
Honeydrips I Wouldn't Know What To Do
Sin Fang Bous Melt Down The Knives
Empire Of The Sun We Are The People
1990s Balthazar
Phoenix 1901
We Were Promised Jetpacks Moving Clocks Run Slow
Au Revoir Simone Sad Song
Obits Widow Of My Dreams
Noisettes Don't Upset The Rhythm
Filthy Dukes Nonsense In The Dark
Xrabit + DMG Damaged Goods
Röyksopp This Must Be It
.

17 Mart 2009

17 Mart - SXSW

Batıda müzik dünyasının en büyük "keşif festivallerinden" (hatta aslında en büyüğü) SXSW, yarın (çarşamba) başlıyor.

Baharda açıkhava festivalleri sezonu açılmadan önce yapılan en önemli müzik sektörü buluşmalarından biri olan SXSW (veya açık adı ile South By Southwest) Texas'ın başkenti Austin'de gerçekleşen çok önemli bir etkinlik. Festival aslında üç ayaklı bir etkinliğin ayaklarından biri, diğer ikisi ise bir film festivali ve interaktif festival denilen internet vb. üzerine yoğunlaşmış festival. Ama en başta müzik festivali olarak başlamış SXSW ve halen en önemli ayağı bu. Toplam beş gün boyunca, 80 küsür mekanda gerçekleşiyor konserler. 80 mekan ne demek diye duruyor insan, Avrupa'daki çoğu baba festivalde sahne alan grup sayısı anca bu kadardır, burada mekan sayısı olmuş bu. Peki sahne alan toplam grup sayısını merak ediyor musunuz? 1.100! Yazı ile bin yüz :)

Her neyse, şimdi istatistiklere boğup işin özünü kaçırmayalım (adamlar kantarın topuzunu kaçırmış olsalar da...) Sonuçta bu olay bir keşif festivali dedik, ne kadar çok yeni grup, o kadar iyi. Doğal olarak daha çok Amerikalı gruplar sahne alıyor ama Avrupa'dan da çok sayıda grup var, keza Güney Amerika da yoğun şekilde yer almış (Türkiye'den pek bir grup yok). Tam anlamıyla bir pazar yeri havası. Çoğu grup beş gün boyunca iki üç kere sahne alıyor aslında. Ayrıca müzik türü olarak da esasen rock ve elektronik müzik ağırlıklı ama daha az sayıda olmakla beraber her türden müzik grubunu izlemek mümkün; hip-hop, country, caz, etnik müzikler, deneysel müzikler, klasik müzik! Ve tabi bolca da DJ etkinliği var.

Etkinliğin yapısı itibariyle pek fazla büyük grup yok ama bir iki sahnede sağlam bazı ekipler de çıkmıyor değil. Festivalin en büyük sahnelerinden La Zona Rosa'da sahne alacak isimler hiç de fena değil: Tori Amos, Primal Scream, Gabriela Cilmi, DJ Pete Tong... Ayrıca festival son dönemin en önemli indie gruplarını da kaçırmamış: Glasvegas, Late Of The Pier, School Of Seven Bells, Miami Horror ve tabiki White Lies!!!

Haliyle ben de bugünkü programı SXSW festivaline ayırdım. Kimisi daha önce programda yer verdiğim gruplar, kimisini dinlemiş ama programda çalmamıştım. Ama şu programda çaldıklarımın en az yarısı da hem programa hem de bana yeniydi. Americana sound'lu hoş parçaları ile Wild Light, saçma sapan isimleri ve hoş electro-pop sound'ları ile Natalie Portman's Shaved Head, neredeyse metal sayılabilecek olan (yoksa zaten sayılıyor mu?) Turbowolf, garip isimleri ile olduğu kadar garip ritimleri ile dikkati çeken BLK JKS ve gümbür gümbür basları ile bir anda kalbimi kazanan Kanada'lı Mother Mother. Evet, bugün hiçbir şey yapmasanız gidip şu Mother Mother'ın Body Of Years'ını bir dinleyin derim. Veya isterseniz SXSW web sitesinden de indirebilirsiniz.


17 Mart 2009 Alçak Basınç

Ra Ra Riot
Ghost Under Rocks (Passion Pit Remix)

Casxio
Seventeen

Mother Mother Body Of Years
The Boat People
Unsettle My Heart

Blitzen Trapper
Saturday Nite

Ladyhawke Magic
BLK JKS Summertime
Wild Light
California On My Mind

The Airborne Toxic Event
Sometime Around Midnight

We Have Band
Oh (Andrew Friendly Fires Remix)

The Twelves
Works For Me

Natalie Portman's Shaved Head
Slow Motion Tag Team

Turbowolf
Ghost Hunt

Beach House
Heart Of Chambers

Telekinesis
Coast Of Carolina

Les Handclaps
Cacti Are Delicious Fruit

.

İki Konser - Patrick Wolf ve Emiliana Torrini

Haftasonu bir iş gezisi sebebiyle Londra'ya gitmişken iki de konser izledim, ikisi de oldukça güzeldi. Sıkıcı iş toplantılarından sonra gün bitip de konserlere ve müziğe sıra geldinde... diye devam edebilirdim ama doğru olmaz, gündüz de konu müzikti zaten. Ne olursa olsun, iş iştir ve müzik de konserde dinlenir :)

Patrick Wolf
İlk konserimiz Perşembe (12 Mart) akşamı Heaven'da gerçekleşen Patrick Wolf konseri idi. Açıkcası konsere giderken birileri mekanın "gay club" olduğunu söylemişti ama içeride herhangi bir rock konserinden fazla farklı bir kitle yoktu. Ha şimdi bunun ne önemi var diyeceksiniz, daha sonra farkettim, ingiltere'nin en büyük gay kulübü olduğunu iddia eden bir yer için fazlasıyla "straight" bir mekandı. Hani Türkiye'de olsa sırf bu yüzden Tüketicinin Erkan Abisi'ne şikayet ederler, o derece yani.

Gecenin iki tane ön grubu vardı, birisi de son günlerde adını sıkça duymaya başladığımız Michacu imiş. Onları kaçırdım. Mekan girdiğimde Patrick, ufak bir keyboard'un başında idi, herkes heyecanla intro olarak çaldığı müziğin bitmesini bekliyordu. Sonra birden bire sahneye grubu fırladı ve ışıkların ortasında Patrick belirdi, deri askısının altına gömleğini giymeyi unutmuş Alman köylüsü kıyafetleri ile oldukça... dikkat çekiciydi. Zaten ara sıra öne çektiği kemancısı dışında bütün gösteri onun üzerine kuruluydu. Sorun da değil, hakkını veriyor zira. Başından sonuna kadar aynı gür ses ile dinleyenleri yavaş yavaş havaya soktu, tam orta yerde Magic Position ile herkesi coşturdu ve sonunda pek güzel bir bis ile konserini bitirdi. Hepi topu 45 dakika. Üç albümü olan ve dördüncüsü için geri sayan bir sanatçı için biraz kısa değil mi? Ama konserin sadece üçüncü albüm ve onun eğlenceli sound'u üzerine kurulu olduğunu hesaba katarsanız pek değil. Sonuçta mekanı terkederken mutlu muyduk? Evet, mutluyduk!

Emiliana Torrini
Cuma akşamının konseri ise, "İzlandalı Feist" olarak da adlandırabileceğimiz Emiliana Torrini'ye aitti. Mekan, Londra'lı gençler arasında pek popüler yerlerden biri, ULU idi. İlginç bir not, bu sahnenin de içinde bulunduğu bina, University Of London'ın öğrenci birliği tarafından işletiliyormuş.

Emiliana Torrini konseri öncesinde de bir ön grup varmış, yine İzlanda'lı olan Lay Low. Tabi ben onları da kaçırdım ve sırf bu yüzden herkes onların da çok iyi olduğunu söylüyordu... Ama bu sefer en azından esas konser başlamadan yerimi almıştım. Konser son albümün de açılış parçası olan Fireheads ile başladı. Torrini beş kişilik bir grupla sahneye çıkıyor ve oldukça da "elektrikli" bir grup bu. Keyboard'ların başındaki eleman, çevresini synthesizer'lar ile sardırmış, gerekirse ufak çapta bir Jean Michel Jarre konseri verebilir rahatlıkla! Ayrıca ekipçe ellerini de hiç korkak alıştırmamışlar, yeri geliyor yükleniyorlar enstrümanlara, kimi parçalarda post-rock'a falan bile sarabiliyorlar! Torrini, son albümündeki harketli parçaları sahnede ikiye katlıyor, seyircileri coşturmasını iyi biliyor. Diğer taraftan, en tatlı ve huzurlu sesi ile söylediği Fisherman's Woman, Nothing Brings Me Down ve Hold Heart gibi parçalar da aynı derecede güzel. Bir başka güzellik, neredeyse her parçanın arasında seyirciye birşeyler anlatması, tatlı sesi ile ufak şebeklikler yapması, eline uzatılan "şapkamızı kaybettik bulan bize getirsin sahnenin sağ tarafındayız" şeklindeki notu espirili bir şekilde okuması, yani kısaca seyirci ile diyalogu idi. Bir konseri gerçekten eşsiz kılan şeylerden biri. Ve gecenin bence en güzel yorumları, son albümün en marjinal iki parçası Birds ve Gun idi. Özellikle Gun - albümde her an davullar girecekmiş gibi coşmaya hazırdır bu parça ama bir türlü tam anlamıyla patlamaz. Konserde... duymanız lazım :)

.

10 Mart 2009

10 Mart - Phoenix!

Post-rock, experimental rock, shoegaze, vs... Nasıl ifade ederseniz edin, rock müziğinin öyle bir türü var ki insanı bir ses okyanusunun ortasına sürükleyiveriyor. Bu tür müzik yapan grupların ilginç veya oldukça uzun isimleri oluyor - God Is An Astronaut veya (programda da çaldığım) ...And You Will Know Us By The Trail Of Dead örnek verilebilir. Bir başka ortak özelliği de genelde belli bir ideolojilerinin, politik bir duruşlarının olması; From Monument To Masses da bu gruplardan birisi ve oldukça da politik bir tavırları var, eylemlere veya eylem gruplarına oldukça yakın durmanın dışında, müziklerinde de hissediliyor bu. Grubun dördüncü albümü geçtiğimiz günlerde yayınlandı, "On Little Known Frequencies" adını taşıyor ve neredeyse hepsi enstrümental (içerdikleri ses sample'larını saymazsak tabi) sekiz parça içeriyor. Geçen haftadan beri heyecanla dinlediğim gruplardan biriydi bu. Önümüzdeki günlerde Dredg'in alt grubu olarak turneye çıkacaklarmış...

From Monument To Masses dışında bu ay içinde yeni albümünü yayınlayan bir sürü grup var tabi, üstelik bazılarını da uzun süredir bekliyorduk. The Whitest Boy Alive'ın "Rules" albümü bunlardan biri, Yeah Yeah Yeahs'in üçüncü albümü olan "...It's Blitz" bir diğeri. Özellikle YYYs albümü beni oldukça şaşırttı, Karen O ve yoldaşları oldukça elektronik bir tarz bellemişler bu albümde, gitarlar kadar synthesizer'ları duyuyorsunuz.

Haftanın en etkileyici parçası ise, yeni albümü mayıs ayında yayınlanacak olan Fransız rock grubu Phoenix'in yeni single'ı "1901" idi. Yine gümbür gümbür bir Phoenix parçası; hafif elektronik, hafif rock, hem dans edilebilir hem de gitarlar ile coşulabilir, Franz Ferdinand'ı kıskandıracak tadda bir şarkı yani. İçimden bir his, Phoenix'in bu yeni albümünün süper olacağını söylüyor. Yeni albümün adı da (yukarıda görebileceğiniz gibi) Wolfgang Amadeus Phoenix, hikayesini de yakında öğreniriz herhalde.

Bu arada, şarkıyı radyoda kaçırdıysanız dert etmeyin, grubun web sitesine girince şarkıyı hem dinleyebilir hem de isterseniz ücretsiz olarak indirebilirsiniz. İndirmek derken sadece bir mp3 indirmekle de bitmiyor olay, siteden aynı zamanda şarkının kanal kayıtlarını indirebiliyorsunuz (evet, toplam 10 kanal, gitarlar vokaller vs hepsi). Anlaşılan yakın zamanda bu şarkının bir sürü remix'ini de dinleyeceğiz, ben heyecanla bekliyorum şahsen.


10 Mart 2009 Alçak Basınç

From Monument To Masses Beyond Good & Elvis
TV On The Radio Heroes
Scissor Sisters Do The Strand
La Roux Quicksand
Thecocknbullkid I'm Not Sorry
Phoenix 1901
Yeah Yeah Yeahs Zero
..And You Will Know Us By The Trail Of Dead Fields Of Coal
The Whitest Boy Alive High On The Heels
Simon & Garfunkel We've Got A Groovy Thing Goin'
Guitar House Full Of
I'm Not A Gun Ghost Has Gone
Deepchord Presents Echospace Abraxas
Eraldo Bernocchi & Harold Budd Fragment Two

05 Mart 2009

İsim

Eğer bir müzik grubu kursaydım adı "Ocean Crossing Vegetables" olabilirdi. Ne tarz müzik yapardı bilemiyorum ama eğlenceli birşeyler olurdu herhalde. (buna uygun bir de foto aradım ama bulamadım, bulursanız linkini atın comment'lere!)

Bundan hareketle klasik bir blogger hamlesi yapayım: acaba sevgili Hakan, Yiğit, Şirin ve aykırı blogger $ehirli derviş kendi gruplarına isim olarak neyi seçerlerdi diye sorayım :) (en az bi beş blogger daha var bu soruyu yöneltmek istediğim ama abartmayalım diye kısa tuttum listeyi!) (Sütlü, senden de bir cevap alalım!)

03 Mart 2009

3 Mart - Saint Kitten ve Fuji Kureta

Bu hafta programın açılışını son günlerde tanıştığım iki yeni grup yaptı. İkisi de Türkiye'den, Saint Kitten ve Fuji Kureta.

Önce Saint Kitten: Ezgi, sadece Ezgi'den oluşuyor bu grup. 20 yaşındaymış, parçaları yapmak için Fruity Loops kullanıyormuş, üzerine yine şarkılarını okuyor ve böyle dünya tatlısı bir müzik çıkıyor ortaya. Oldukça naif, çocuksu ve güleryüzlü bir müzik. Myspace sitesindeki birbirinden güzel fotolar da aynı hissi veriyor insana. Ama kimi şarkılarında da gizli bir karanlık var, beklenmedik yerlere de çıkabilir diyor insan. Bakalım nereye gidecek ileride. Umarım istediği kadar çok şarkı yazar ve hatta konser de vermeye başlar.
myspace.com/saintpussy


Diğer grubumuz ise İstanbul'dan Fuji Kureta, onları da myspace'den keşfettim ilk. Deniz ve Şahin, 2008 Eylül'ünden bu yana (yani oldukça kısa bir süredir) bu isim altında müzik yapıyorlar. Aslında onlar da İzmir'liymiş ama şu anda İstanbul'da yaşıyorlarmış. Onların müzikleri de elektronik ama biraz daha yetişkin, bazen biraz daha sorunlu ve soru işaretli. Ama kesinlikle etkileyici ve sürükleyici. Ufak ve şık tasarımlı web sitelerinden beş parçalarını dinleyebilirsiniz. Ben özellikle Aunt Lotte ve Lucid Dreams'i çok sevdim. Onların da konser vereceği zamanı heyecanla bekliyoruz. Bu arada, yukarıdaki süper foto da fotoğrafçıları Eda Çekil'e ait.
www.fujikureta.com
myspace.com/fujikureta

Bizimkiler böyle, ufak bir iki not daha eklemek gerekirse;
  • Lily Allen'ın yeni albümü burada da yayınlanmış. Gittim CD'sini aldım ve CD'den dinleyince bir anda seviverdim albümü. Evet, eski kafalıyım :)
  • Depeche Mode'un yeni albümden ilk single'ı Wrong oldukça kolay hazmedilebilir, büyük ihtimalle iyi ses getirecek ama sıradan bir şarkı.
  • Hafif dans müziklerinde The Twelves bu aralar favorim. Ayrıca N.A.S.A. da pek ilginç bir grup ama nedense pek kanım kaynamadı. Henüz belki de.
  • Somebody Told Me, her şekilde muhteşem bir şarkı, hala bile!
Gelecek hafta görüşürüz!

3 Mart 2009 Alçak Basınç

Saint Kitten Valentine
Fuji Kureta Lucid Dreams
Troublemakers Too Old To Die
Lily Allen Not Fair
Depeche Mode Wrong
Fever Ray Triangle Walks
Kylie Love Is The Drug
The Virgins Rich Girls (The Twelves Remix)
N.A.S.A. Gifted (Feat. Kanye West, Santigold & Lykke Li)
Soulwax E-talking
Loney Dear Airport Surroundings
Asobi Seksu Me & Mary
Jakobinarina Sleeping In Seattle
Cut Copy Unforgettable Season
Portecho Shooting Stars
The Killers Somebody Told Me (Mylo Mix)

02 Mart 2009

Bora Uzer (26 Şubat / Babylon)

Geçen haftanın güzel konserlerinden biri de Bora Uzer konseri idi. Açıkcası son dört ay içinde kendisini üçüncü dinleyişim, hepsi de oldukça keyifliydi. Bu konserin önemli bir farkı vardı tabi, yeni albümün (B1) lansman partisi idi aynı zamanda.

Fark hissediliyordu, daha önceki konserlerde mekan illa biraz daha sakin ve boş olurken, bu sefer yine hafta içi olmasına rağmen içerisi tıka basa doluydu - umarım bundan sonrakiler de böyle devam eder.

Gecenin bir başka güzelliği de, konuk sanatçıları idi. Şimdi aşağıda Kenan Doğulu'yu görüyorsunuz, evet konuklardan biri oydu. Açıkcası şahsen şimdiye kadar oturup da "bir Kenan Doğulu dinleyeyim" demiş veya konserine gitmiş bir adam değilimdir ama sonuçta kendisi Türk popunun güncel starlarından birisi. Sahnede de bu sıfatı hak ediyormuş cidden. Albümde de Bora ile söylediği parça Bundan Sonra Böyle başladığında sahneye çıktı ve ikisi beraber süper eğlenceli bir şekilde söylediler parçayı - zaten her ikisi de sahnede çok eğleniyor gibi görünüyordu. Diğer konuk Jay Collin idi (ve yine aşağıdaki fotolarda yer alıyor arkadaş, bulması size kalmış!) onunla beraber söylediği şarkıyı kaçırdım ama.

Gecenin sonundan iki foto da böylece blog'umuzda yer almış oldu.


Cenk Erdoğan Trio (25 Şubat / Çadır)

Aşağıda bahsetmiştim, geçen hafta izlediğim konserler arasında en beğendiğim, Cenk Erdoğan Trio'nun Beşiktaş'daki yeni konser mekanlarından Çadır'da verdiği konser oldu. Bundan nasıl bu kadar eminim? Çünkü konserden çıktığımda hala "tadı damağımda" idi, biraz daha olsa da dinlesek diyordum. Yola düşüp mp3 player'ımı kulağıma taktığımda biraz önce duyduklarıma benzer birşeyler dinlemek geçiyordu içimden. Bundan daha açık bir işaret ne olabilir?

Cenk Erdoğan, yeni nesil caz / fusion gitaristlerimizden. Veya kendisini kısaca bu şekilde anlatmak mümkün. Ama bu yetmiyor tabiki. Kendisi özellikle perdesiz gitarda uzmanlaşmış, Bilgi Üniversitesi'nin artık tarih olan Müzik bölümünü birincilikle bitirmiş, ama bunu kağıt üzerinde bırakmayıp daha sonra birçok başarılı projeye imza atmış bir isim. Hani "gerçek hayatta bu bilgiler ne işimize yarayacak" geyiği vardır ya, "gerçek hayatta" da birçok başarılı film ve dizi müziği ile işini yapmış Cenk Erdoğan. Issız Adam filminin, Ekmek Teknesi ve diğer bir takım dizilerin müzikleri ona ait desek, bu anlamda yeterli referans olur herhalde.

Bütün bunları takiben, Cenk'in ilk albümü "İle" geçtiğimiz aylarda Baykuş Müzik tarafından yayınlandı. Albüm Neşet Ertaş'tan caz müziğine uzanıyor, Anadolu halk müziği geleneğini, modern ama mütevazi bir tarz ile sentezliyor, keyifli ve huzur veren bir müzik sunuyor.

Perdesiz gitar deyince akıllara ilk gelen isim genelde Erkan Oğur olur. Bu yolda giden çoğu müzisyen ne yazıkki ondan fazlasıyla etkilenir - tabi perdesiz gitarı keşfeden kişi de Oğur olunca neredeyse kaçınılmaz bir durum. Cenk Erdoğan'ın albümünde de bu etki biraz olsun hissediliyor. Ama konsere gelince, Cenk'in kendine göre farklı ve güzel bir "perdesiz gitar yolu" bulmuş olduğunu da görüyoruz. Çok alakasız gelecek ama, konserin ilk iki parçasında Steve Vai sololarından, The Whitest Boy Alive veya The Sea And Cake gibi indie-rock gruplarının ritmik dinamizmine, değişik tarzlar geldi aklıma. Ayrıca Cenk'in arada sırada ama ustaca kullandığı farklı gitar pedalları, sampler'lar ve efektler, müziğine çok ayrı bir boyut kazandırıyor, kuzey cazından başlayıp, post-rock gibi bir tarza uzanabiliyor. Davullarda Kerem Sefil'un dinamik stili de çarpıcıydı, bazı yerlerde oldukça melodik ve duygusal giden gitar ile tam bir zıtlık içinde, gümbür gümbür gelen ataklar, değişik bir hava katıyor müziğe. Basta Alper Kılıç yine aynı derecede başarılıydı.

Cenk Erdoğan'ın konser boyunca değişik parçaların hikayelerini anlatması, kimi yerde işin tekniğinden, kimi yerde parçayı kimin için yazdığından bahsetmesi oldukça hoş detaylardı. Seyirci ile böyle samimi bir temas, benim için olduğu kadar eminim diğer bütün dinleyiciler için de konseri keyifli kılan bir başka unsur olsa gerek. Cenk konsere ara verdiğinde, seyircilerle bire bir olarak da aynı samimiyet ile konuşuyordu. Ve tabi ek olarak, bu konserde Çadır'ın ses sistemini de cidden çok başarılı bulduğumu söyleyebilirim. İlk başta mekanın ses sistemi yenilenmiş sandım ama sonra öğrendiğim kadarıyla sadece ses teknisyeni değişmiş.

Cenk Erdoğan Trio'nun bundan sonraki ilk konseri, Myspace sayfasında yazdığı kadarı ile 13 Nisan'da Oyun Atölyesi'nde gerçekleşecekmiş. Ama arada kendisini tekrar Çadır'da veya Nardis'te görebilirsiniz, Myspace veya kendi sitesinden takip etmek lazım.

www.myspace.com/cenkerdogan

www.cenkerdogan.net

01 Mart 2009

Konser Maratonu

24 Şubattaki programın şarkı listesi için oldukça geciktim ama haklı olduğunu düşündüğüm bazı bahanelerim var!

Uzun süredir (hatta aylardır) hafta içi günlerde gerçekleşen birçok konseri kaçırıyordum ve geçtiğimiz hafta içinde de görmek istediğim bir sürü konser üst üste gerçekleşiyordu. Bu yüzden bütün enerjimi (artık yaşlanıyoruz ne de olsa :P) bu konserlere ayırmaya karar verdim. Güzel bir seri oldu, birazdan diğer başlıklarda bunlardan ikisini daha detaylı anlatacağım (Cenk Erdoğan Trio ve Bora Uzer bunlar). Gün gün ise program şöyle idi:

23 Şubat - TEGV Gecesi (Lütfi Kırdar): Lütfi Kırdar'da Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı yararına gerçekleşen bu gece, biraz karışık ama çarpıcı bir organizasyon idi. Sertab Erener'den Erkan Oğur'a birçok ünlü müzisyen, sanatçı, sanat ve iş dünyasından ünlü isimler... Kimini her zamanki rollerinde izledik, kimilerini de - özellikle de sanatçı olmayanları - tamamen başka rollerde, daha doğrusu pek tanımadığımız yönleri ile izledik. Mesela Kürşat Başar saksofon çaldı, Güler Sabancı Tan Sağtürk ile tango yaptı, girişte Okan Bayülgen'in fotoğraf sergisi vardı falan. Eşleşmelerin bazıları oldukça çarpıcı, bazıları ise sıradan idi.

İki bölümde toplam 3 saat süren bu gece, bariz bir şekilde zorlu bir yarış gibiydi, hem sanatçılar hem seyirciler, hem de (tahminim) organizasyonu yapanlar için. Gecenin organizasyonunu GNL yapmış. Ne olursa olsun zor bir işi başarıyla tamamladılar: Sanatçılar arasındaki geçişler seyirci tarafından bakınca kusursuza yakın bir şekilde gerçekleşti, neredeyse hiçbir ciddi teknik sorun olmadı. Bence programın en önemli eksiği, gece boyunca seyirciler yönlendirecek veya biraz olsun TEGV bağlantısını altını çizecek bir konuşmacının olmayışıydı. Belli ki kasıtlı bir tercihti bu, ama bu kadar uzun bir gecede böyle bir konuşmacı faydalı olabilirdi. Tabi ufak ama ciddi canımı sıkan bir detay da, ekranlara en çarpıcı görüntüleri verelim diye sahnenin orta yerinde cirit atan kameramanlardı (bir ara birbirlerine bile çarpmayı becerdiler!)


24 Şubat - Ozan Musluoğlu Quintet (Nardis): Çoğumuzun "Athena'nın basçısı" olarak tanıdığı Ozan Musluoğlu, aslında bir caz aşığıymış da bilmiyormuşuz! Ozan'ın ilk albümü "Coincidence", geçtiğimiz aylarda Kerem Görsev'in de plak şirketi olan Rec By Saatchi tarafından yayınlandı. Kerem Görsev, aynı zamanda albümün prodüktörleri arasında da yer alıyor. Albüm bence çok da başarılı, keyifli bir caz albümü. Nardis'teki konser ise açıkcası beni albüm kadar tatmin edemedi. Tam olarak ne tür bir sorun vardı emin değilim ama sanırım bir bas sanatçısının konserinde bas sesinin ve varlığının yeterince ön planda olamaması bunlardan biri olabilir. Ozan ile konuştuğumda bunun teknik sebeplerini biraz açıkladı tabi. Ozan'ın bildiğim kadarıyla albümün yayınlanması sonrasında ilk konserlerinden biriydi bu, umarım ilerki konserlerde de keyifle dinlemeye devam ederiz onu.
www.myspace.com/ozanmus


25 Şubat - Cenk Erdoğan Trio (Çadır): Bu konser, sanırım çekinmeden söyleyebilirim, geçtiğimiz hafta izlediğim en güzel konserdi. Detayları birazdan yukarıdaki başlıkta...
www.myspace.com/cenkerdogan

26 Şubat - Jülide Özçelik (Nardis) ve Bora Uzer (Babylon): 26'sında iki konser birden vardı. Bora Uzer'den yine daha sonra bahsedeceğim ama kısaca bir Jülide Özçelik'ten bahsetmekte fayda var.

Jülide Özçelik, yeni caz vokalistlerimizden - aslında eminim kendisinin şarkı söylemek alanında önemli bir geçmişi var ama ismini daha geniş kitlelere nispeten yeni duyurdu. İlk albümü olan ve geçen yılın başlarında yayınlanan Jazz İstanbul, özellikle zor bir sentezi başarıyla gerçekleştirmesi açısından oldukça başarılıydı: Türkçe sözlü türkülerin caz ile birleştirilmesi. Nardis konseri Özçelik'in ikinci konseriydi ve kendisinin canlı performansının da en az albüm kaydı kadar iyi olduğunu gördüm. Ayrıca ona eşlik eden müzisyenler de oldukça başarılı isimler, özellikle aranjmanların çoğunu yapmış olan usta gitarist Cem Tuncer'i burada belirtmiş olayım. Konserden büyük keyifle ayrıldım, henüz dinlemediyseniz albümünü de dinlemenizi tavsiye ederim.
www.myspace.com/julideozcelik
www.myspace.com/borauzer


27 Şubat - Post Dial (Peyote): Aslında konser turumu perşembe bitirmeyi planlıyordum ama son dakikada PD'den Sinan'ın gazına gelip soluğu Peyote'de aldım. Her zamanki gibi tribünlerde fanatik taraftarların da desteği ile hareketli, heyecanlı, eğlenceli bir konser oldu. İkilinin birinci yıldönümüymüş bu arada, bir yandan da onu kutluyorlardı. Yine de daha önce izlediğim Post Dial konserine göre biraz daha sönük geçti açıkcası. Peyote'nin sahnesi mi izin vermiyor nedir, DogzStar'da izlediğim konserdeki kadar zıplayıp hoplamadılar sahnede. Sinan da Yiğit de biraz daha donuk geldi bana, biraz daha statik bir konser oldu. Belki de sahneden durmadan istedikleri ama bir türlü gelemeyen viskiler yüzündendir, kim bilir? Yine de parçaları oldukça güçlü ve eğlenceli. Sonuç olarak Post Dial güzel bir grup, keyifle takip ediyoruz. Bu arada, yukarıdaki fotoyu, grubun "resmi" fotoğrafçısı Duygu Türkmen'in Flickr'ından aldım, cuma akşamından değildir ama.
www.myspace.com/postdial


Bu arada, merak eden varsa, bu haftanın şarkı listesi kayıp sayılabilir zira programı anonssuz ve açıkcası biraz aceleyle hazırladım, listesini yapmaya fırsat olmadı ve şu anda da listeyi toparlayamıyorum tekrar. Öyle işte. Bu salı günü güzel ve özel bir program olacak ama; iki yeni grubumuz var mesela - İstanbul'dan Fuji Kureta ve İzmir'den Saint Kitten. İkisini de kaçırmayın derim.