10 Şubat 2009

Franz Ferdinand - Tonight: Franz Ferdinand

(Roll Dergisi Şubat sayısında yayınlanmıştır)

Glasgow’lu dörtlü Franz Ferdinand’ın ilk albümünü bundan beş yıl kadar önce, 2004 yılının başlarında dinlemiştik. O zaman hepimizi bir anda avuçlarının içine almayı çok rahatlıkla başarmışlardı, 2004 onların yılı oldu. Ama yarattıkları devrim, çok geçmeden onları da yuttu. Dans ile rock müziğini (2000’li yıllarda) ilk kez onlar seviştirdi ama ardından öyle bir furya başladı ki 2005’te ikinci albümlerini yayınladıklarında o alanda neredeyse yapacak hiçbir şey kalmamıştı... Yine de sonuç büyük bir hayal kırıklığı olmadı, belki ilk albümdeki kadar sağlam bir yumruk olmadı bu ama sevenlerini keyifle sallamayı başardılar.

Şimdi, yaklaşık üç yıllık bir aradan sonra, üçüncü albümleri “Tonight: Franz Ferdinand”ı yayınladılar. Yine dans edilebilir rock müzikleri ile dolu bir albüm bu. Ve ilk bakışta yine onları “Franz Ferdinand” oldukları için sevenleri mutlu edebilecek bir albüm. Doğal olarak da “yetti artık bu geyik post-punk, dans-rock furyası” diyenlerin pek aldırmayacağı bir albüm. Ayrıca uzun süredir sağda solda konuşulduğu gibi, elektronik seslerle dolu bir albüm. Ama kesinlikle bir “elektronik müzik” albümü değil.

Açılış parçası (ve aynı zamanda albümün ilk single’ı olacak olan) Ulysses, hafif reggae’msi ritimler ile başlayan bir şarkı ama sonra hemen şekil değiştiriveriyor. Grubun gitaristi Nick McCarthy, bu albümde gitarlar kadar synthesizer’ları da çalmış. Hemen başlangıçta giren synthesizer melodisi– aynen elektrogitar ile çalınan bir riff gibi – bunu bariz bir biçimde ortaya koyuyor. İlerleyen şarkılarda da bunu hissetmek mümkün. Albümün genel gidişatı da açıkcası çok çarpıcı değil, en azından ilk başta. Ama bir iki dinlemeden sonra aradan bazı parçalar sıyrılıyor – Oh No Girls, Bite Hard ve What She Came For en başta gelenler. Özellikle bu üçüncüsü, en sonundaki gaz bitişi ile konserlerde de seyirciden çok sağlam bir tepki alacağa benzer. Bir başka hoş parça ise bundan aylar önce radyolarda da dinlemeye başladığımız ve “İstanbul’a da uçarım ağa” tadında sözleri ile gönlümüzü alan Lucid Dreams. Tabii iki farkla – öncelikle albümdeki kaydın sözleri biraz farklı ve ilk dört dakikadan sonra birden bire şarkı tamamen mutasyona uğruyor, Front 242 veya DAF’ı hatırlatan bir EBM parçasına dönüveriyor, bir synthesizer canavarı oluveriyor, hayretler içinde bırakıyor bizi! Hoş bir değişim.

Şimdi açık konuşmak lazım. Eski bir Franz Ferdinand fanatiği olarak bir taraftan bu albümü bir öncekine göre daha çok sevdiğimi söylemek istiyorum ama diğer taraftan da bunu savunmak için ne yazıkki dayanabileceğim çok bir şey yok... Güzel bazı parçalar var ama ne yazıkki biraz zorlama duran bir şeyler de var bu albümde. Franz Ferdinand kitleleri hayal kırıklığına uğratmamak adına yapabileceklerinin sadece küçük bir kısmını ortaya koymuşa benziyor. Aslında bu konuda en güzel yorumlardan birini The Guardian gazetesinin eleştirmeni yapmış – burada ondan alıntı yapmak ne derece doğru bilemiyorum ama – Lucid Dreams’in çılgın finali ve oradan bağlandığı hafif romantik Dream On için “keşke biraz daha cesur davranıp bütün albümü böyle yapsalarmış” diyor yazar. Katılmamak elde değil…

Hiç yorum yok: