23 Nisan 2007

Ankara Seferi


Haftasonu Ankara'daydım. Haftasonu demek de hata olur aslında, cumartesi öğleden sonra geldim, pazar öğleden sonra döndüm. Gezinin ana sebebi cumartesi gecesi Locus Solus'da DJ'lik yapmaktı. Bir yıl falan da olmuştu en son oraya gideli, biraz mekan değişikliğinde fayda vardır diyerek otobüse atladım.

Öncelikle Ankara'ya karayoluyla yolculuk artık eskisinden çok farklı. Zira Bolu'da dağa tırmanmak yerine tüneller ve köprülerden geçiyorsunuz. Tabi bu ayrıntıyı yarı uykudayken garip tünellerden geçerken farketmem ayrıca komik oldu. Bir ara baktım bir tünele girdik çıkamıyoruz bi türlü. Sonra çıktık, yerden 20-30 metre yüksekte bi köprünün üzerindeyiz ama bu sefer de köprü bitmiyor, bütün orman vadi falan ayaklarımın altından akıveriyor sanki. Sanki İsviçre'de Alpler'in yanından geçiyor gibi hissediyor insan kendini. Daha sonra dönüş yolunda bu köprüyü uzaktan da adamakıllı görme imkanı oldu zira nedense dönüş yolunda yeni geçiş yolu kullanıma açık değil nedense. Bu arada, en büyük hatam da yanıma bir kamera falan almamak olmuş, hiç foto yok şu anda bu geziden.. Neyse, japon turist değilim ya, her yerde fotoğraf mı çekeceğim?!

Hafif uykulu bir yolculuktan sonra Locus Solus'a attım kapağı. Locus Solus'u bilenler varsa, mekan geçen seneden bu yana çok değişmiş, ana girişi artık bir "köprü" üzeriden mekana bağlanıyor, altınızda iki metre boşluk, hani neredeyse araya su doldur timsah koy falan, kale girişi gibi olmuş ama güzel de olmuş, ben beğendim. Mekanın sahibi ve işletmecisi Çağatay, tanıdığımdan beri Ortadoğu ve Balkanların en sevdiğim insanlarından biridir. Zaten bu mekanın bunca yıldır ayakta kalması ve Ankara'nın kalitesi ve müziği adına en güzel yerlerinden biri olmasının da sebebi odur. Daha ilk başta mekanın amblemi vuruyor adamı, Einstürzende Neubauten!! Bu arada, kısaca Locus Solus ile bağlantımdan da bahsedeyim. İki sene önce Ankara'da yedek subay olarak askerliğimi yaparken, yaklaşık sekiz ay boyunca cumartesi akşamları burada DJ'lik yaptım. Bir asteğmen için süper eğlenceli zamanlardı anlayacağınız.

Saat 7'ye kadar Locus'da pinekledikten sonra rehberim (!!!) ve Sobermag'ın hızlı yazarlarından Ezgi geldi. Biraz muhabbet ettikten sonra yarı bilinçli bir şekilde Tenedos'a doğru yola çıktık ve kaybolmadan mekanı bulduk. Tenedos da Ankara'nın eski mekanlarında biri (linkimiz de var ama sadece fikir versin diye). Tenedos'un alt katında bir süredir Garip Adamlar ekibi ufak tefek konserler düzenliyorlar. Bu garip adamlardan bir tanesi aslında o gece konseri de olan Fungu grubunun vokalisti Zeynep idi, onunla da bu vesile ile tanıştım. O geceki ilk konseri Seha Can veriyordu. Fungu ekibi gibi Ankara'lı olan Seha Can sahneye tek başına çıkıyor. Kendisi tam bir singer/songwriter ve şarkılarını da genel olarak sevdim. Jeff Buckley benzerliğinden bahsediliyordu, cidden bir yakınlık hissediliyor. Zaten sonlara doğru bir J.Buckley şarkısı da seslendirdi. Beni tek rahatsız eden şey, akustik gitar yerine elektro gitar çalıyor olmasıydı. Akustik gitar kesinlikle sesini daha ön plana çıkaracak ve sound'un gereksiz sertleşmesini önleyecektir diye düşünüyordum, hatta bunu konserden sonra ona da sordum. Müziğini grup formatına geçirmek istediğini için elektro gitarla devam ettiğini söyledi. Olabilir tabi, ama sahneye tek çıktığında akustik gitarla herşeyin çok daha güzel olacağını hissediyorum.

Sırada Fungu vardı. Fungu'nun myspace sayfasında etkilendikleri bazı gruplar sayılmış, cidden soundları da bu gruplara benziyordu: Blonde Redhead, Joy Division, Can, Sex Pistols... Dahası herşey yerli yerindeydi ve sırıtmıyordu. İlk çaldıkları parça ile oldukça hızlı girdiler konsere. Acaba kendi parçaları mı yoksa yabancı bir grubun cover'ı da ben mi tanımıyorum diye uzun uzun düşündüm (hatta Ezgi de cover sanmış) ama kendi parçalarıymış! Son zamanlarda dinlediğim yerli gruplar arasında keyfine göre çalan ve icraları (en azından bana) eğreti gelmeyen az sayıda gruptan biri idi Fungu. Locus Solus'a dönmem gerektiğinden konserlerinin sonuna kadar kalamadım ama İstanbul'da bir sonraki konserlerini kesinlikle kaçırmamaya çalışacağım.

Locus Solus'a geri döndüğümüzde önce Ezgi ile kısa bir bira molası verdik ve aşağı kata indik. Benim DJ'liğim öncesinde Çağatay'ın öğlenden haber verdiği gibi Ali Ergun a.k.a. Bokkob'un 8-bit konseri vardı. İşte bu yüzden cidden güzel bir geceydi diyorum, bir tarafta rock konserleri, diğer tarafta bir elektronik müzik konseri, ardından DJ'lik yapacağım, daha ne olsun! Locus'un alt katında çok sıkışık olmasa da ilgili insanlardan oluşan güzel bir kalabalık vardı. Ali, myspace'inde Rob Hubbard ve The Knife'ı kendisini etkileyen müzikler arasında saymış. Tek bir synth kullanıyordu, aletin ne olduğunu tam olarak göremedim ama ortaya çıkan müzik oldukça güzeldi. Bir de tavana amiga/commodore 64 tarzı oyun görüntüleri yansıtılıyordu, keyifli bir elektro-pop konseri oldu.

Bokkob'dan sonra setime - bir nevi selam olarak - onun da çaldığı International Karate parçasının bir remix'i ile başladım. İçerisi giderek daha dolmaya başladı, Çağatay bile bir süredir alt katta böyle kalabalık görmediğini söyledi. Hatta bir süre sonra maliyeden de gelmişler, mekana bir de ceza kesmişler - eskiden Locus Solus'da çalarken sıkça olan bir durumdu bu. Neyse, bir süre sesi falan kontrol altına alıp tekrar aynı hızla devam ettik. Mekanda bir köşede süper eğlenen bir grup vardı ki beni oldukça şaşırttılar. Önce Justice istendi, Uffie çalınca teşekkürler geldi, sonra Surkin soruldu!!! İstanbul'da bile bu kadar kendi zevkime uygun bir dinleyici kitlesi bulamamışken şimdiye kadar, birden burada böyle birşeyle karşılaşmak cidden çok şaşırtıcı oldu. Gecenin sonuna doğru The Little Ones'dan Lover Who Uncovers'ın bir remix'ini (Crystal Castles remix'i) çaldım, onu bile biliyorlardı! Neyse ben de biraz ukalalaştım, abartıyorum sanırım, niye bilmesinler ki?

Bu arada, Çağatay'ın evindeki çılgın plak arşivinin ne boyutlara ulaştığını da görme imkanım oldu. 70'ler ve 80'lerin kayıp italo-disco ve dans müziği tarihine dair ne varsa Çağatay'da bulabilirsiniz, tek başına bu bile Ankara'ya ayda bir gitmek için yeterli sebeptir! Ertesi sabah süper bir brunch - yok hadi, orta karardı aslında - ile güne başladım ve sonra da otobüsüme atlayıp yine yarı uykulu bir şekilde (ama bu sefer Bolu geçişinde uyumayarak!) İstanbul'a geldim.

Artık İstanbul'da gittiğim Ms. John Soda konserini de başka bi başlık altında anlatırım, bu gecelik bu kadar!

1 yorum:

ezgi dedi ki...

yine bekleriz, bu sefer elimde haritayla dolaşacağımdır söz : )